Filmin Konusu ve Atmosferi
Film, 1954 yılında geçiyor ve ABD Mareşali Teddy Daniels’ın (Leonardo DiCaprio) ortağıyla birlikte, uzak ve tehlikeli Shutter Adası’ndaki Ashecliffe Hastanesi’ne yaptığı yolculuğu konu alıyor. Bu hastane, akıl hastalarının tedavi edildiği bir yer ve Teddy, burada kaybolan bir hastayı araştırmaya geliyor. Ancak işler hiç de göründüğü gibi değil; Teddy, her adımda daha da derinleşen bir gizemin içinde buluyor kendini. Kayıp hasta Rachel Solando’nun izi sürülürken, ortaya çıkan tek ipucu Rachel’ın odasında bulunan garip bir bilmece. Teddy’nin araştırmaları ilerledikçe rahatsız edici rüyalar, karanlık rehabilitasyon yöntemleri ve yaklaşan büyük bir fırtına hikayeyi daha da yoğunlaştırıyor. Bir süre sonra Teddy, hastane duvarlarının çok daha fazla sır sakladığını fark ediyor. Bu noktada, seyirciler de Rachel’ın kayboluşunun gizemini çözmek için Teddy ile birlikte oynamaya davet ediliyor. Ancak film sadece bu gizemle sınırlı kalmıyor; Scorsese'nin düşük anahtarlı aydınlatma ve gölgeli görsellerle yarattığı atmosfer, hikayeye ayrı bir derinlik katıyor.

Performanslar ve Filmin Yıldızı
DiCaprio, Teddy Daniels rolünde muazzam bir performans sergiliyor, ancak filmin asıl yıldızı kuşkusuz ortamın kendisi. İzole edilmiş, yağmurla dövülmüş Shutter Adası ve Ashecliffe Hastanesi'nin karanlık koridorları, seyirciye adeta klostrofobik bir his veriyor. Bu atmosfer, film boyunca derin gölgeler ve kasvetli bir ruh haliyle birleşerek gerilimi sürekli yüksek tutuyor.

Filmin Çarpıcı Sonu
Film boyunca Teddy, karısının ölümüne dair acı dolu anılarla boğuşuyor. Bir yandan da Rachel’ın kayboluşunun peşinden giderken, kendini Shutter Adası’nın ürkütücü deniz fenerinde buluyor. Burada, Dr. Cawley (Ben Kingsley) tarafından şok edici bir gerçekle yüzleştiriliyor: Teddy aslında Andrew Laeddis adında bir mahkum ve tüm bu olaylar, onun zihinsel durumunu tedavi etmek için hastane tarafından kurgulanmış bir oyunun parçası. Karısını öldürmenin verdiği suçluluk duygusuyla başa çıkabilmek için Teddy Daniels isimli bir kişiliğe bürünmüş ve bu hayali dünyasında yaşıyor.

Andrew'un Son Kararı
Son sahnelerde, Andrew’un tedavisinin başarısız olduğu ve lobotomi için götürüldüğü anlaşılıyor. Ancak burada önemli bir soru gündeme geliyor: Andrew gerçekten tedavi edilmek istemediği için mi bu sona razı oldu, yoksa bilinçli bir şekilde hayatına son vermeyi mi seçti? Filmde, "Bir canavar olarak yaşamak mı yoksa iyi bir adam olarak ölmek mi daha iyidir?" diye sorması, aslında tüm hikayenin özünü özetliyor. Bu soru, Andrew’un bilinçli olarak mı yoksa sanrısına kapılıp mı bu sonu seçtiğini sorgulamamıza neden oluyor.

Kitap ve Film Arasındaki Farklılıklar
Dennis Lehane’nin romanı ile Scorsese'nin film uyarlaması arasında küçük farklılıklar var. Kitap, sonu çok daha net bir şekilde ortaya koyarken, Scorsese sonu daha belirsiz bırakmayı tercih etmiş. Lehane, Andrew’un akıl hastalığından kurtulamadığını savunsa da, Scorsese’nin yorumu izleyiciyi karakterin trajik kaderi üzerine düşünmeye itiyor.