20. yüzyılın büyük bir bölümünde, De Niro tartışmasız dünyanın en başarılı oyuncusu olarak kabul edildi. Ancak, kariyeri 21. yüzyılın başlarında bir miktar düşüş yaşadı. Yine de, Meet the Parents ve Stardust gibi ara sıra hit olan yapımlarla geri döndü, fakat çoğunlukla 15 Minutes, Showtime, Analyze That ve Little Fockers gibi zayıf komedilerde rol aldı. Birden fazla En İyi Film Oscar'ı kazanmış filmlerin yıldızının, kendisinden beklenenin çok altında rollerde yer alması elbette hayal kırıklığı yaratıyor. Ancak, De Niro bu inişli çıkışlı dönemin ardından Being Flynn adlı aile dramında, güçlü bir geri dönüş yaparak, yeteneğini bir kez daha kanıtladı.

De Niro'nun Çok Yönlülüğü: Bir Yönetmenler Dünyasında Yolculuk
Robert De Niro'nun en dikkat çekici özelliklerinden biri, birçok farklı yönetmenle başarılı işbirlikleri yapabilme yeteneğidir. Martin Scorsese, Michael Mann, Quentin Tarantino ve Brian De Palma gibi tüm zamanların en büyük yönetmenleriyle güçlü ilişkiler geliştirmiştir. Ancak De Niro, yalnızca bu ustalarla sınırlı kalmamış, Paul Weitz gibi yükselen yeteneklere de bir şans vermiştir. Weitz, kariyerine American Pie ve Down to Earth gibi gençlik komedileriyle başlamış olabilir, ancak About a Boy ve In Good Company gibi daha ciddi projelerle, ailevi işlev bozukluklarını incelemeye odaklandığını göstermiştir. Being Flynn filminde ise, De Niro pişman bir baba rolüyle yürek parçalayıcı bir performans sergileyerek tüm filmi adeta yeniden yükseltmiştir.

Being Flynn: Bir Baba-Oğul Hikayesi
Being Flynn, Nick Flynn'ın aynı adlı anı kitabından uyarlanmış olup, bir baba-oğul ilişkisinin karmaşıklıklarını ele alır. Film, çocukluğundan beri görmediği babasıyla yeniden bağ kuran hırslı bir yazarın hikayesini konu alır. Nick Flynn (Paul Dano), Boston'daki bir evsizler barınağında çalışarak yazarlık kariyerini sürdürmeye çalışırken, yıllar önce annesini terk eden babası Jonathan (Robert De Niro) ile yeniden karşılaşır. Jonathan, hafızası ve bilişiyle ilgili ciddi sorunları olmasına rağmen, hala usta bir hikaye anlatıcısı olduğunu iddia etmektedir. De Niro, bu rolde pişmanlık ve depresyonu hassas bir şekilde tasvir eder. Jonathan, yaptıklarını açıkça hatırlamadığı anlarda bile, oğluyla duygusal bir bağ kurmak için çabalar. Ancak bu bağın kurulması hiç de kolay değildir; Jonathan'ın yardımı kabul etmeyi reddetmesi, Nick'in onunla anlamlı bir iletişim kurmasını zorlaştırır. Film, Jonathan ve Nick'in ilişkilerini yeniden inşa etmek için geçirdikleri evrimi başarılı bir şekilde anlatır.

De Niro'nun Performansıyla İkinci Baharı
De Niro, Being Flynn ile yalnızca bir geri dönüş yapmakla kalmadı, aynı zamanda kariyerine yeni bir soluk getirdi. Bu film, onun hala en iyiler arasında yer aldığını hatırlatmakla kalmadı, aynı zamanda ona yeni ve çeşitli rollerin kapılarını da açtı. De Niro, Silver Linings Playbookta dağınık bir baba, The Comedianda yaşlanan bir komedyen, Joy'da sorumsuz bir iş adamı ve The Irishman'de hayat boyu bir mafya üyesi olarak izleyici karşısına çıktı. Son olarak, Martin Scorsese'nin Killers of the Flower Moon filminde korkunç bir kötü adamı canlandırdı. Bu roller, De Niro'nun oyunculuk yelpazesinin ne kadar geniş olduğunu bir kez daha kanıtladı.