Karakterlerin Derinliği ve Hikayenin Gelişimi
Filmin büyük kısmı, Jean’in son derece dindar annesiyle olan kişisel hesaplaşmalarına odaklanıyor. Jean, annesi tarafından Tanrı'yı oynamakla suçlanıyor ve bu durumu kabul etmek zorunda kalıyor. Aynı şekilde, Bob da halkın tepkisiyle yüzleşiyor, çünkü o dönem pek çok insan, IVF ile doğan bebeklerin anormal olacağına inanıyordu. Patrick ise, tedavi görecek kişileri seçme gücünün ne kadar büyük bir sorumluluk taşıdığını kabul etmek zorunda kalıyor. Filmde, tedavi süreci ile hayatı değişen birkaç kadınla tanışıyoruz ve bu süreç Jean için giderek daha kişisel bir hal alıyor.

Filmde Bilim ve İnsanlık
Joy, IVF'in günümüzdeki önemini anlatırken, o dönemde bu tedaviye karşı olan olumsuz bakış açısını da etkili bir şekilde resmediyor. 2024'te IVF, kısırlıkla mücadele edenler, bekar ebeveynler ve aynı cinsiyetten çiftler için bir umut ışığı haline gelmiş durumda. Ancak 1960’ların İngiltere’sinde bu tedavi, Tanrı’nın işine karışan sapkın bir bilim olarak görülüyordu. Bob, Jean ve Patrick bu mücadelede sadece tıbbi başarı peşinde değil, kısırlık nedeniyle umutsuzluğa kapılmış kadınlara yardım etme amacındalar. Film, bu kadınların yaşadığı zorlukları ve IVF’in insanlık üzerindeki etkilerini çok gerçekçi bir şekilde ele alıyor.

Filmin Senaryo Sorunları
Joy’un en büyük sorunu, yalın ve etkili bir hikaye anlatımı yerine duygusal bir senaryoya odaklanması. Filmin yazarı Jack Thorne, bilimsel süreçleri fazlasıyla açıklama ihtiyacı hissediyor. Öyle ki, bilimsel bir atılım yaşandığında bunu izleyiciye hissettirmek yerine bir karakterin İşe yarıyor! gibi cümleler söylemesine tanık oluyoruz. Bu, filmin akışını yavaşlatan ve izleyiciye gereksiz bir şekilde anlatılan bir yaklaşım. Oysa ki, bu durum daha görsel bir dille aktarılabilirdi.

Karakterlerin İşlenmesi
Jean Purdy'nin hikayesi filmin duygusal yönünü oluştururken, Bob ve Patrick gibi karakterler de izleyiciye farklı bakış açıları sunuyor. Thomasin McKenzie, Jean karakterini oldukça başarılı bir şekilde canlandırıyor. Ancak film, karakterleri derinlemesine işlemek yerine bazen klişelere yaslanıyor. Örneğin, Bob karakteri heyecanlı bir çocuk gibi gösterilirken, Jean karakteri cesur ve hırçın bir kadın olarak klişe bir şekilde resmediliyor. Neyse ki, Bill Nighy’nin Patrick karakteri bu aşırı duygusal tonun dengelenmesine yardımcı oluyor.

Joy: İngiliz Sinemasının Hafif Dokunuşu
Joy, İngiliz sinemasının tipik özelliklerini taşıyan, zaman zaman aşırı duygusal tonlar yakalayan bir film. Bob'un evindeki bir sahnede Dr. Frankenstein'la kıyaslanması, daha ağır bir an olması gerekirken, komik bir şekilde işleniyor. Bu tür sahneler, filmin tonunu zaman zaman hafifletiyor ve bu da bazı izleyiciler için hayal kırıklığı yaratabiliyor. Ancak film, büyük bir biyografik dramadan ziyade, hafif ve izleyiciye sindirilmesi kolay bir anlatım sunmayı hedefliyor.