Şimdi

"Ak Partili bir gazeteci olarak söylüyorum" desem, bir çoğunuz "yalaka", "yandaş" vb. ifadelerle tepki gösterirsiniz.

"CHP’li bir gazeteci olarak söylüyorum" diyeni ise alkışıyorsunuz.

Kişinin

Gazeteci, avukat, mühendis, hakim, savcı, polis, doktor, vali, milletvekili, belediye başkanı veya genel müdür olup olmadığı değildir mesele.

Baba ile oğul arasında geçen vali-adam hikayesini bilirsiniz.

Hani en sonunda dayanamaz da patlar ya baba;

“Oğlum ben sana 'adam olamazsın' dedim, 'vali olamazsın' demedim ki!.”

Şimdi size o hikayeyi anlatacak değilim.

Dikkatinizi asıl meseleye çekmek istiyorum.

Mesele kişinin,

Her biri toplum yararı önceliği gözeten, biraz önce saydığım o meslek dallarına layık olup olmadığıdır.

Vatan sevgisinin de, hizmetinin de ölçüsü budur bence.

Çağımızda bir yerde hata yapıyoruz, ama nerede olduğunu bilm(e)diğimizden bilinmeze yol alıyoruz.

Benim teşhisim şu;

Bizim ülkede “uyanık” geçinerler,

insanımızın saf ve temiz duygularını istismar ederek

Kutuplaşma ve kavgadan besleniyor,

Aksi durumda aç kalma endişesi yaşıyor.

Hemen her alandaki tercihler de buna göre yapılıyor.

Kişinin işe lâyık olup olmadığına değil, “bizden mi, değil mi...” kıstası dikkate alınıyor.

Şimdi daha da ileri gidildi. “Bizden mi, değil mi..” kriterindeki eşik de aşıldı, “benim adamım mı, değil mi...” öncelik hali aldı.

Durum, hal, vaziyet böyle olunca,

"liyakat" akıllara en son geliyor.

Osmanlının cihan devleti haline gelmesinin ve altı asırdan fazla ayakta kalabilmesinin önemli unsurlarından biri; kanunları, teşkilatı ve memurları ile verimli bir kamu bürokrasisine sahip olmasıydı.

Osmanlı’da milli bir hukuk düzeni, sağlıklı bir iş hayatı, güvenilir bir mahalle ortamı vardı.

Amiri, memuru, esnafı milletinin ve devletinin bekası için canla başla çalışırdı.

Esnaf, dükkânını Ahi Duasıyla açar,

Kadı, Allah’ın emrettiği şekilde hüküm verir,

Devlet adamı, görevi bir emanet gibi görürdü.

Türkiye Cumhuriyeti olarak bizler, ister kabul edin, ister etmeyin, Devlet-i Aliyye-i Osmaniyyenin varisiyiz.

Cumhuriyetimizin 100. yılına ulaştığımız bugün 2053'de küresel güç merkezi, 2071'de yeniden Cihan Devleti olma gibi bir hayalimiz, hedefimiz varsa,

Fabrika ayarlarına dönülmesi şart!

Hangi sıfatı taşıyorsa taşısın, hangi görevde bulunuyorsa bulunsun her görüşten insanımızın titreyip kendine gelmesi kaçınılmaz.

İşe;

“Adama göre iş değil, işe göre adam” kuralını en katı şekliyle uygulayarak başlayabiliriz.

Kıssadan hisse;

Kamu hiçbir ideolojinin, meşrebin, grubun parsellediği yer değildir.

Başta biz gazeteciler olmak üzere, kamu görevi yapan herkes, iradesini asla kimseye ipotek etmemeli. Kanun ve nizam çerçevesinde, sadakatle, dürüstçe hiçbir ayrım yapmadan hizmet üretmeli...

Başa dönersek

Kamu görevi yürütümekte olan gazeteciler de kimliklerinin önüne

AK Partili, CHP'li MHP'li gibi sıfatları eklemeye başladıysa vay bu vatandaşın ve ülkenin haline...

Şunu unutmayın;

Bizler buranın sahibi değil, emanetçisiyiz.

Hepimiz yarının ölüleriyiz.

Kimliklerimizi abartmaya ne gerek var!

Duaya ve depremzede kardeşlerimiz ile dayanışmaya devam.

Selametle..