Yine bir skandal, yine güven sarsıntısı… Son günlerde ortaya çıkan domuz eti skandalı, yalnızca tüketicilerin sağlığıyla değil, aynı zamanda toplumsal değerlerimizle de alay ediyor gibi. Peki, neden bu kadar öfkeliyiz? Aslında cevap basit: Yediklerimize güvenememek, en temel insan haklarımızdan birinin ihlal edilmesi anlamına geliyor. Herkesin bildiği üzere, Türkiye’de domuz eti tüketimi geniş bir kitle tarafından tercih edilmeyen bir durum. Ancak mesele sadece dini ya da kültürel hassasiyet değil; burada daha derin bir sorun yatıyor: Gıda güvenliği.

Gıda zincirindeki denetim eksiklikleri, etik dışı uygulamalar ve ticari kazanç uğruna yapılan ahlaksızlıklar maalesef yeni değil. Bugüne kadar kim bilir kaç kere gizlice sofralarımıza sızmış sahte ürünleri, karışımları ya da etiket oyunlarını duyduk. Ancak domuz eti skandalı, toplumun büyük bir kısmı için kırmızı çizginin çok ötesine geçti. Dini inançları gereği bu eti tüketmeyen insanlar için bu durum, adeta bir ihanet gibi hissediliyor.

Bu noktada önemli bir soruyu sormak gerekiyor: Denetleme mekanizmalarımız ne durumda? Gıda güvenliği ve hijyen standardı, tüketici haklarının en temelini oluştururken, bu skandal, sistemdeki açıkları bir kez daha gözler önüne serdi. Yetkililer ve ilgili kurumlar ne kadar sıkı denetim yaparsa yapsın, gıda tedarik zincirinin her aşamasında ahlaki değerlerin devreye girmesi gerekiyor. İşletmelerin kâr uğruna halk sağlığını hiçe sayan bu tür eylemlerine en ağır yaptırımlar uygulanmalı.

Öte yandan, tüketici olarak bizlerin de yapacağı şeyler var. Gıda ambalajlarını okumak, güvenilir markaları tercih etmek ve sorgulayıcı olmak, sadece hakkımız değil, sorumluluğumuz. Bu skandal, bize bir kez daha, bilinçli tüketici olmanın önemini hatırlatıyor. Tabağımıza ne koyduğumuzu bilmek, sağlıklı bir toplumun temelidir.

Son olarak, bu tür skandalların tekrar yaşanmaması için hem denetleyici kurumların hem de tüketici bilincinin güçlenmesi gerekiyor. Unutmayalım ki gıda güvenliği, sadece bir sağlık meselesi değil; aynı zamanda toplumsal güvenin temelidir. Bu güven sarsıldığında, onun onarılması yıllar alabilir.

Tabağımızdaki yemek, sadece fiziksel sağlığımızı değil, inançlarımızı ve değerlerimizi de temsil eder. İşte bu yüzden, bu tür skandallara karşı tepkimiz, sadece bir sağlık sorunu olarak değil, bir ahlaki çöküş olarak değerlendirilmelidir. Bizim görevimiz, bu skandalların bir daha yaşanmaması için bilinçli olmak ve gerektiğinde hesap sormaktan çekinmemektir.