KAHVENİN 40 YİL HATİRLİ OLMASİ NEDEN

Türk kahvesi, çok ince şekilde çekilmiş kahve çekirdeklerinin kaynamış su ile demlenmesiyle yapılan bir kahvedir. İsmi ‘’Türk kahvesi ‘’olmasına rağmen çekirdekleri Brezilya’dan gelmektedir. Türkler, kendi damak tatlarına hitap eden kahveyi Brezilya’da bulmuşlardır. 1700’li yıllardan itibaren Türkiye kahvesini Brezilya’dan almaktadır Getirilen çekirdekler Türkiye’de kavrulup paketlenmektedir. İlk kahveler Yemen’den Türkiye’ye gelmiş ve burada lezzetini tamamlamıştır.

Türk kahvesi, kendine has öğütülüp hazırlanan ve bir cezvede pişirme tekniği olan kahve türüdür. Telvesiyle beraber kendine özgü küçük fincanlarda yanında lokumu ile servis edilir.Türk kahvesi, tatlı, yumuşak içime sahip, aromalı bir tat bırakan asiditesi yüksek çekirdeklerden yapılan bir tutkudur.

Geleneklerimize ve kültürümüze aşılanmış kahve 40 yıllık hatırı olan vefa göstergesinin simgesi haline gelmiştir. Kahve denilince akla ilk bol köpüklü bir Türk kahvesi gelmektedir. Genellikle kahve ikram edilmeden önce kişilere nasıl içtikleri sorulmaktadır. Türk kahvesi ne kadar kısık ateşte pişerse o kadar lezzetli olmaktadır.Kaynamaya başlayan kahvenin köpükleri nefis tadadır ve efsanenin adıda köpüğü ile bütünleşmiştir.’’Bol köpüklü olsun’’Sade veya orta’ bol köpüklü olsun’’ tericihi ile istenmektedir. Son zamanlarda Türk kahvesi fazla tüketildiği için kahve yapımını hızlandıran Türk kahvesi makinesi hemen hemen herkesin evinde mevcuttur.

1554 yılında İstanbul'da Tahtakale'de iki Suriyeli Arap ilk kahvehaneyi açmışlardır.Türkiye'ye gelmesine aracı olan bölge ise Yemen'dir. Hem Etiyopya'da hem de Yemen'de kahvenin keşfediliş şekli çok benzerdir.

Etiyopya'da o dönem köle ticareti yapılan yol üstünde yaya olarak yolculuk eden ve yorulan köleler, yol kenarındaki kahve ağaçlarının kırmızı meyvelerini çiğneyerek tükürürdü. Çiğnenen bu kırmızı meyve, kölelere enerji verir ve yolculuklarına devam etmelerini sağlardı. Bu durumu gören bazı tüccarlar da ağaçlardaki meyveleri ve meyvenin içindeki kahve çekirdeklerini toplayarak ticaretini yapmaya başladı.

Yemen'de ilk kez 13. yüzyılda fırınlanan kahvenin ortaya çıkışı da keçilerini otlatmaya götüren bir çobanın yorgun ve uyuşuk keçilerinin kahve ağacının meyvelerini yemesi ve canlanmasına dayanır. Çobanın bu durumu fark etmesiyle de kahve ağacının canlandırıcı ve rahatlatıcı meyveleri yayılmış olur.

15. yüzyılda Yavuz Sultan Selim döneminde Yemen Valisi olan Özdemir Paşa, Yemen'de içtiği ve çok sevdiği kahveyi İstanbul'a getirir. Kahve, burada çok sevilir. Öyle ki sarayda 'kahveci başı' rütbeli bir çalışan bile olur. Padişahın kahvesini pişirmekle görevli olan kahveci başı, sır tutmasını bilen bilge kişiler arasından seçilirdi.

1600'lü yıllarda Türkiye'ye gelen Venedikli tüccarlar, kahveyle tanışır ve kahvenin Avrupa'ya taşınması bu şekilde gerçekleşir. İlk başlarda sokaklarda satılan kahve, 1645 yılında ilk defa İtalya'da bir dükkanda yani 'kahvehane'de satılmaya başlanır.

Gelelim kırk yıllık hatır mevzusuna neden mi kırk yıl.İşte cevabı Sen bana 40 yıl önce bir kahve ikram etmiştin hatırladın mı? İşte ben o Rum gemisi kaptanıyım.

Bir zamanlar İstanbul Üsküdar’da çok güzel kahve yapan ve insanlarla keyifli sohbet eden’’Hıdır’’adında bir adam varmış. Bu kişinin sohbeti gerçekten çok keyifliymiş. Onunla bir kere sohbet eden, sonra yeniden sohbet etmek istermiş.İnsanlar bu zatı muhteremin dükkanına çok uzak yollardan kahve almaya gelir,hem kahvesini alır hem de kahveciyle sohbet ederlermiş. Kahveci de, gelenlerin dertlerini dinler, onlara nasihatler verirmiş.

Günlerden bir gün, bir yeniçeri bu dükkana gelmiş. Yeniçeri, Rum gemisi kaptanı hariç, içerideki herkese kahve ikram ettiğini söylemiş.Kahveci, herkese kahve yapmış. Ardından eline aldığı iki fincan kahveyle birlikte Rum gemisi kaptanının yanına oturmuş.Durumu fark eden yeniçeri, çok sinirlenmiş ve “Ben, sana o Rum’a kahve vermeyeceksin demedim mi?” diye bağırmaya başlamış.Kahveci Hıdır yeniçeriye dönmüş ve “Bu kahve senin değil, benim ikramım” demiş.Bunun üzerine yeniçeri hiçbir şey diyememiş.

Yıllar yılları kovalamış. Aradan tam tamına 40 yıl geçmiş ve Sisam Adası’nda bir isyan başlamış. Bu bölgedeki Rumlar ayaklanmışlar.Kahveci Hıdır bu isyan döneminde Rumlara esir düşmüş.Bilindiği üzere o yıllarda esirler, esir pazarında satılıyormuş. Kahveci de bu esir pazarında yaşlı bir adama satılmış.

Yaşlı adam kahveciyi ıssız bir yere götürmüş.Kahveci başına gelebilecekleri hayal edemiyor ve çok korkuyormuş.Issız yere geldiklerinde yaşlı adam, kahveciye “Korkma! Sana bir zararım dokunmayacak. Sen bana 40 yıl önce bir kahve ikram etmiştin hatırladın mı? İşte ben o Rum gemisi kaptanıyım” demiş.

40 yıl önceki o küçük iyiliği ve dostluğu unutmayan Rum gemisi kaptanı, kahveciyi serbest bırakmış.İşte bu hikaye, bir fincan kahvenin 40 yıl hatırı vardır sözünün bugünlere gelmesini sağlamış.

Unutmadan; kahveyle ilgili çok güzel bir söz daha var. Ne mi? Hemen söyleyelim.

Gönül ne kahve ister ne kahvehane. Gönül muhabbet ister kahve bahane.

# YAZARIN DİĞER YAZILARI

Yazar İlker Güröz - Mesaj Gönder


göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak Ege Gündem Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Ege Gündem Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Ege Gündem Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Ege Gündem Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.